Sayfalar

10 Temmuz 2014 Perşembe

KAYISI REÇELİ



ÇOBAN VE AĞAÇ
Yaşlı çoban sürüsünü otlatmak için yaylaya çıktığında tepeye yakın bir elma ağacının altında dinlenir ve eğer mevsimiyse, onunla konuşarak: "Hadi bakalım evladım, derdi. Bu ihtiyarın elmasını ver artık". Ve bir elma düşerdi, en güzelinden, en olgunundan. Yaşlı adam sedef kakmalı çakısını çıkartarak onu dilimlere ayırır ve küçük bir tas yoğurtla birlikte ekmeğine katık ettikten sonra, babasından kalan Kur'an'ını okumaya koyulurdu. 
Çoban, bu ağacı yirmi yıl kadar önce diktiğinde sık sık sular, bunun için de büyükçe bir güğüme doldurduğu abdest suyundan geriye kalanı kullanırdı. Elma ağacının kökleri, belki de bu sularla kuvvet bulmuş ve kısa sürede serpilip meyve vermeye başlamıştı. Çoban o zamanlar henüz genç sayıldığından şöyle bir uzandı mı en güzel elmayı şıp diye koparırdı. Fakat aradan geçen bunca yıl içinde beli bükülüp boyu kısalmış, ağacınkiyse bir çınar gibi büyüyüp göklere yükselmişti. Ama boyu ne olursa olsun, ağaç yine de yavrusu değil miydi? Onu bir evlat sevgisiyle okşarken: 
"Ver yavrum, derdi, gönder bakalım bu günkü kısmetimi." Ve bir elma düşerdi hiç nazlanmadan, yıllar boyu hiçbir gün aksamadan. 
Köylüler, uzaktan uzağa gözledikleri bu hadiseyi birbirlerine anlatıp yaşlı çobanın veli bir zât olduğunu söylerlerdi. 
Yaşlı adam, ağacın altında dinlenip namazını kıldığı bir gün, yine elmasını istedi. Ancak dallar dolu olmasına rağmen nedense bir şey düşmemişti. Sonra bir daha, bir daha tekrarladı isteğini. Beklediği şey bir türlü gelmiyordu. Gözyaşları, yeni doğmuş kuzuların tüylerini andıran beyaz sakalını ıslatırken, ağacın altından uzaklaşıp koyunların arasına attı kendini. 
Yavrusu, meyve verdiği günden bu yana ilk defa reddediyordu onu. İhtiyar çobanın beli her zamankinden fazla bükülmüş, güçsüz bacakları da vücudunu taşıyamaz olmuştu. Hayvanlarını usulca toplayıp köye doğru yöneldiğinde, aşağıdaki caminin her zamankinden daha nurlu minarelerinden yankılanan ezan sesiyle irkildi birden. Yeniden doğmuştu sanki çoban. Bir şey hatırlamıştı. 
Çocuklar gibi sevinerek ağacın yanına koştu ve ona şefkatle sarılırken : 
"Canım" dedi, hıçkırıp ağlayarak. 
"Benim güzel evladım, mis kokulum. Şu unutkan ihtiyarı üzmeden önce neden söylemedin, bu günün Ramazan'ın ilk günü olduğunu ?" 

Ramazanın ilk günü bir reçel sevdası aldı beni yapayım dedim bahçeden hafif olmamış kayısıları topladım hepsi çok güzeller haydi başlayalım yapmaya beraber ne dersiniz?
MALZEMELER
3 Kilo tam olmamış Kayısı
2 kilo şeker (pancar şekeri)
2.5 su bardağı su
4 kaşık kireç (isteğe göre)
4,5 adet ufak limon tuzu
Bir çay bardağı temizlenmiş kayısı çekirdeği
YAPILIŞI:
1)4 Kaşık kireci 12 bardak suya ıslatın, bu arada kayısı kabuklarını soyalım ve çekirdeklerini çıkaralım.


2)Eriyen kireci süzüp suyuna kayısıları atalım ve 2 3 saat bekletelim.
(İsterseniz daha sert olması için daha çok da bekletebilirsiniz yada hiç kirece yatırmadan yapabilirsiniz.)
3)Büyük bir tencere 2 kilo şeker ve  2.5 bardak suyu kaynatalım kaynayınca limon tuzlarını atalım ve 20 dakika kadar kaynasın daha sonra kayısıları ve kayısı çekirdeklerini atalım ve bir taşım kaynayınca köpüklerini alalım kayısılar suyunu salınca kevgir yardımı ile kayısıları alalım ve biraz daha kaynatalım ve tekrar kayısıları atalım bir taşım kaynasın kapatalım soğumaya bırakalım.


4)Soğuyan reçelimizi tekrar ocağa alalım  ve kaynayınca kapatalım. Borcama koyalım. 


5)Üzerini bone ile kapatıp  3,4 gün güneşte bekletelim.


Artık reçelimiz hazır kavanoza koyabiliriz..
AFİYET OLSUN :)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Blogger veya gmail hesabı bulunmayan,ancak yorum bırakmak isteyen takipçilerim aşağıda bulunan Adı/URL Seçip isminizi yazıp yorum yapabilirsiniz yada Anonim ayarına getirip yorum yapabilirsiniz ama bu sefer Mesajınızı yazdıktan sonra isminizi yazmanız gerekecektir..